Ne düşler asılıyor
Gökyüzünde ki bir ipe
Ne de mavi yıkanıyor
Lacivertin içinde…
Gece bile tutamıyor
Ay’ın dolgun yanaklarından
Yıldızların ışıklı saçlarından
Şöyle tutup da
Samanyolunda gezilmiyor ki
Ne poyrazlar
Ne de meltemler yakalanıyor
Kısrak atın yelesinden kopmadan
Damla damla yağan yağmur
gökyüzünün açık bırakılan musluğundan
Kana kana içilmiyor ki
.
Ruhlar şad olmuyor
kisvesini soyup da teneşire uzanmadıkça…
Neden kınında mahkum bir kılıç taşınır ki
Harbin en harlı zamanında
Siyah zıttı beyaz olmadan
Hiç asil durur muydu
Gecenin gözbebeginin
Tam ortasında
Yağmurdan sonra gökyüzü
Gökkuşağını beline bağlayınca
Kim hasretle bakmaz
Kim umutlarını kıvırıp da
Gerdanına asmaz ki
İşte böylece hasbihal ederken mahlukat ,
Yerleri hasretinden öpen
treni taşıyan raylar ,
zift kokusuna bakışları düsen sineleri
birbiriyle vuslata taşır kıvrımlı yollar..
Onların dilini
Üstünde taşıyan
altına hiç yağmur sızdırmayan
Kurumuş toprak
Bir de yolcu anlar
Kimi ruh
her duraktan bir muhabbet
Kimi de
muhabbetin değdiği
gül kokusu sinmiş eteklerin tozunu toplar
Yolcular yola düşmeden
Menzilini asla bulamazlar